Tuesday, April 30, 2013

Bir bucuk ask hikayesi cek, acili olsun!

Sene 1950, ailem tren garinda beni ugurluyor, annecigim telasli bir sekilde bir yandan yuzumu gozumu siliyor, diger yandan da titrek bir sesle gidecegim o yabanci ulkede ne yapip ne yapmamam gerektigini siraliyor. Babamsa gec kalmamam icin beni trene dogru iterken annemin yuzume dokunan parmak uclarini ayirmaya calisiyor benden. Babalar oyledir iste uzuntulerini belli etmemek icin biran once olsun bitsine getirirler meseleleri, ve tabi ayriliklari da. Bir anne ne kadar islaksa ve gurultuluyse ayrilik sahnelerinde, bir baba da o kadar sessiz ve kurudur... 

Trene bindigimde telasliydim, kimin yaninda katlanacaktim ben bu uzun yolculuga? Siz taniyor muydunuz? hayir elbette, benim gibi sizde merak ediyorsunuz. Cok heyecanliydim. Koltuk numarami buldugumda seksen yaslarinda iyi giyinimli bir beyfendinin (bu tariften bu hikayeyi anlatanin bir bayan oldugunu anladigina bahse girip kazanasim var) yaninda oturacagimi anladim. Gazetesine goz gezdiriyordu. Yasli insanlarla yolculuk etmeyi severim, sizin anlattiginiz seyleri dikkatle dinler ve konu ile alakali akrabalarindan ornek vererek size hicte ozel olmadiginizi ustu kapali bir sekilde guzelce izah ederler. Fakat bu bey amcada bir degisiklik vardi. Ben onun yanina oturacagima gore, kesin farkliydi bu bey amca. Yoksa siz bu hikayeyi neden okumak isteyesiniz? ve yahut ben neden yazmak isteyeyim degil mi? Ilerledim, tam koltuguma yerlesirken "merhaba" dedim, o da basini salladi gulumsedi ve "merhaba evlat" dedi. Pinokyo'ya cocuklugumdan beri Gebetto gibi bilge bir ustasi oldugu icin hep heveslenmisimdir, bu beyamca da benim hayallerimde ki Gebetto'nun ete kemige burunmus haliydi sanki. Ben yanina otutur oturmaz gazetesini katladi kenara birakti, hava guzel, uzun bir yolculuk olacak, ben surdanim sen nerdensin gibi ufak tefek meseleleri hizla geciyordu ki benim en cok dinlemek isteyecegim onun da en cok anlatmak isteyecegi konuya hemen gelebilsin. sizinde o kisimlari deli gibi merak edip okumak istemediginizi de tahmin edebiliyorum. "Eski bir gonul macerasiydi" dedi. Eyvah basliyoruz benim mendilim nerde diye icimden gecirmeye kalmadi ki ekledi " buyuk hata ettim, bir mektup yazmamakla" Bu cumleyi bitirirken, tren cigligi basti, hareket ediyorduk.

"Ben cok sevdim evlat, ama soylemedim...O da farkindaydi alakamin fakat bana hic cesaret vermedi. Evlendigi gun, birbirimize baktik ve gulumsedik, o bana "neden bir kere bile dile getirmedin" diye gulumsedi, ben de ona "benim seni sevmeye hakkim varmiydi ki?" diye gulumsedim...Evlendiginde o tam onsekizinde bir tazecikti, ama ben o gunden beri bu yasimdayim." dediginde o kadar uzulmustum ki tam gozlerimi kapayip gozyasimi nasil saklarim diye dusunurken, bir kahkaha koptu... Beyamca kahkahalarla gulmeye basladi, yahu "siz gencler ne kadar da yufka yurekli oluyosunuz" dedi. Ne yapacagimi sasirmis bir sekilde saskin gozlerle ona dogru bakiyordum...Saka miydi bu? Ne acimasiz adam diye icimden gecirdim, o da hem guluyordu hemde "hadi hadi itiraf et boyle bir hikayeyi duymayi cok istiyordun, istiyordun degil mi?" dedi. "Valla ne yalan soyleyeyim ben de boyle bir hikaye anlatmak istedim."

Ve ekledi "Simdi sana hayatimdan bahsetsem evlat, bu yol cekilir miydi saniyorsun?" Hakliydi, biz acili ask hikayelerini mutlu hikayelerden daha cok seviyorduk!

Bende size sorayim o zaman hadi itiraf edin sizde boyle bir hikaye duymayi istiyordunuz dimi?

Ben simdi size sene 2013, metroya bindim, Yasli Amerikali bir amca bana merhaba dedi, ilk yirmi dakka boyunca hic konusmadik, sonrada bana hangi ulkeden oldugumu sordu, Istanbula geldigini esiyle muthis bir tatil gecirdiklerini birbirlerini cok sevdiklerini soyledigini anlatsam, yazinin bu kismini okuyor olur muydunuz? Insan istiyor boyle basindan ask acisi gecmis yaslilarla otursun kalksin ama nerde?, ben istemez miyim dogrulari yazmak, ama yok iste hayat bayatlamis sene olmus 2013 dile kolay... Hani filmlerdeki gorsel efektler var ya, oyle dusunun, onlar da yalan, ama onlari seyrediyosunuz...


Ben simdi bu saatte uyumak yerine neden bunu yaziyorum ki? Neyse alinan vakitlerinizin geri iadesi yoktur, feyizlenmeye bakin! feyizlenecek birsey bulabilirseniz...

Ufak bi tesbitim var anlatıp gidicem, beş dakkanı almaz! ya da neyse ya banane n'aparsanız yapın!

Suan kendimi kendime kızar buluyorum, şu an mesela kendime uzunca bir azar çektiğim bir an, sizinde başınızı şişiricem ama bıktım kendimden...İnsanların yaptıkları söyledikleri falan o kadar kafamı kurcalıyor ki. Bu bir kıskançlık değil, hayır, yani, neyse suan "banane ya naparsanız yapın" hali geldi, bütün aklımdakiler yazmak istediklerim tüm önemlerini portmantodan alıp kapıyı çekip çıktılar. Bak ben neye kızmıştım şimdi?

Neyse benim cidden çok ödevim falan var, şunu diyip gideyim, biz bu aşkı sevgiyi, sevdayı dizilerden öğreniyoruz ya hani, sanırım reyting alma korkusu var bu yeni evlenen çiftlerde, reyting alamazsak sezon biter ayrılırız hesabı, yoksa bütün hayatlarını sosyal medyaya devirmelerinin başka bir açıklaması olamaz, bu yeme içme konusu da böyle, herşeyiyle böyle.

Yeni evli çiftlerin parmak arası terlikle havuz başı fotoğraflarını görünce biz noluyo ki? yada pasta, çay, kebap ,falan çekip koyunca? sonra bize noldu diye soruyolar kendilerine? iyiydik falan niye ayrıldık, kavga ettik? şimdi düşün, senin mutlu anın ortalığa ifşa edilince bir başkasının kavgası haline dönüşebilir mi? elbette dönüşür...Bir arkadaşım, başka bir arkadaşının evlilik yüzüğünü sosyal ağlarının gesi bağlarının birinde görmüş ve kendi nişanlısıyla kavga etmiş...neden benim ki de onunki gibi değilmiş kavganın amacı ama "ailen çok cimri " diye telaffuz etmiş, falan filan, birde eklemiş, "bana biçtiğin değer bu mu?" değerini parmağına taktığı yüzük kadar zanneden canım kız, al kız, bal kız! bence bir kayanın üstüne oturup ağlasaymışlar, biz nasil bu hale geldik diye?! nese banane n'aparlarsa yapsınlar!...şimdi bu metinde akıllı kimse aramayın! yani madur yada zalim yok bu olayda...bu konu hakkında besmilyonuçbiryüzseksen kez ben konuşurum da işte nese...

Bunu okuyan! sen şimdi kıskanıyorum falan diye düşünüyosun ama beni çok iyi tanımamana veriyorum, kıskanmıyorum hem kızıyorum, hem üzülüyorum, neyse ya banane valla, n'aparsanız yapın, ahir zaman repliği "bana bulaşmayın da" heh tamam oldu şimdi!


Bir ikindi vakti, Erzurumdaki köyümde hayat ettim kendimi, koca bir dağın kenarındaki kurak bir tarlada, dayım bağırmıştı bir kere "eyy burda yaşayanlarrrr! kaldı mı bu dünya sizeeee?" bende dayımın arkasına saklanmıştım, o kadar güvenle bağırmıştı ki korkmuştum biri çıkıp mezarından cevap verir diye. Sonra dayıma sordum, "ya çıksa biri dayı n'aparsin?" "keşke çıksa cevap verse" dedi, "imanımın daha artacağından değil ahirete, cevap verse de gafletimi anlasam!"

Ölüm var dı ya bak biz onu unuttuk yine, ocaklarımız söner, işlerimiz yarım kalır!

Allahın bize verdiği değer, bir pırlanta yüzükten fazladır, canım kız gel etme!





Monday, April 29, 2013

Deli insanlar multeci kampi

deli insanlar biriktiriyorum icimde
yeni biri zile bastiginda
kapiyi once acmak icin kavga ediyorlar
eger onlarla benden once tanisip, onlara da birazcik benzedigimi anladiysan
beni sana ekle hayattan cikar
zira biz buralari harcayali cok olmus...


Sunday, April 28, 2013

burun delikleri buyuk bir aci yasiyorum
ve hayat "s" leri soyleyemeyen bir adam gibi
ciglik cigliga pesimde
seviyorum de bana seviyorum de!

Saturday, April 27, 2013

Onsekiz gramafon

Bazen saçlarında rüzgar endişesi buluyorum,
hangi uçurumla aldatıyor beni ölüm?
takvimlere çatıyorum bu siralar,
gece gündüz sarhoş bir üst kat komşusu zaman
her öğürdüğünde tam beş dakika veriyorum,
hıçkırıklara boğulması için
aksi ve manidar...

uzun şiirler yazmak istediğimden beri
düşünüyorum çamaşırsuyu koklamak
beni beyazlatır mıydı diye?
Parlatir miydi hayatın sararttığı içimi?

Çocukluğumdan bahsetsem buruşturup atarmısın acılarımı?
şiirler yazsam yerden göğe kadar
Gramafon alsam bide,
odanın tam ortasında çalşa, çocuklar oksar mı penceremi yine?

kitaplarımvar takma dişlerim,
zararsız gülüşlerim!
buruşuk dudaklarımda sözlerini gozumun bir yerden isirdigi bir şarkı
çocukluğumu yazacağım, çalar saatlere inat, tık tak...
Babam soğan kokusu, annem radyo cizırtısı
bir de fırtınalardan bahsedeceğim mecbur,

saatleri kaynatıp portakal çayı demliyorum,
çocuk gürültüsü olmayacak belki,
Her güne yeni bir kıyafetle uyanacağım,
yağmur kadar ölü fırtınalardan...

dudaklarımda bir sigarayı bile misafir edemediğimden beri,
Dişlerimle sohbet ediyorum ıslak ve kararsız
Farkettim ki kimse gülmemi istemiyor onlarsız!

Hangi ayna daha hızlı sayabilir yüzümdeki benleri?

Ya çizgileri, hangi çocuk toplayıp çıkartabilir gerçek yaşımdan?
Ve anlayabilir çok olmamış onsekizine gireli...


Titreyen bir ses adım kulağımda 
gencecik bir imam sesi
Bana kalan
Mavi bir sarhoşluk, sapsarı bir bahar...
sana beni anlattığım kadar çocuğum
Beni anlamaya erken davran...

Euphoria


Benim adımı
Paslı dillerin çarkında
harcansın için
Zeynep çağırmadı annem

Benim adımı
ben tırnaklarımla boyadım
mermer duvarlara
çığlık doğursun diye kadınlar
melez sancılarla...

Madem yaşamaksa
fırtınalar sızacaksa her saat başı
gövdesinde amin yetiştirdiğim
çocuklarım olacaksa benimde
benim adım
Euphoria
öyle sessiz ve yalın
öyle rol çalan kelebeklerden

Göbek adımı
eskicide bozdurdum
suni acılar tutuşturdu elime
bir allık, bir de rimel
hazırım artık yaşamaya...
Gözyaşı çok laubali
göründü sende...
Euphoria

şimdi ismimi
telaffuz edemeyecekler
beni her bağırdıklarında
düzeltmeye uğraşmayacağım
bir günlük ömrümde
Zeynep olmadan, sakin
Benim adım Euphoria
Roma'nın aptal prensesi

bir gün yaşadı, yirmiucsaat ağladı...
Bir kelebekten rol çalmanın bedeli
Yalnız bir saat uçabilmekti..

Friday, April 26, 2013

Hayat bana uzaktan göz kırpan bir insan gölgesi gibiymiş meğer! Abartmayalım göz kırpsın babamızı öldürmedi ya?!

Vıcık vıcık mutlu olmaktan sürekli gülmekten bahsetmiyorum, ama ne bileyim olayları pek büyütmeye gerek yok, var mı? İnsanlar genelde odama gelir kapıyı kapatır ve başlarlar kitabın tam ortasından konuşmaya, aslında bu başından beri böyleydi, millet "bak kimseye söyleme ama sana birşey diycem" diye lafa girer, sonra "tamam kimseye söylemem" cevabını daha duymadan anlatmaya başlardı.. Ya bana çok güveniyorlardı, ya da, anlatmaya çok ihtiyaçları vardı da formalite icabı senden başka kimse duymasın no'lurculuk oynuyoduk... Ama en sevdiğim kısım, arada sırada hani bende insanım ya, dilleri sürçerek " eee sende ne var ne yok?" diye sormaları, inanır mısın cevabımı duyabileni hatırlamıyorum bile.. O bi geçiş cümlesidir çünkü, dert anlatana kendi kendini iyi hissettirir, "ben konuştum ama ona da sordum" dersin, vicdanına beş yıldızlı bir otelde kral dairede tatil ısmarlamaktır o, sonuna kadar rahat hissettirmektir vicdanı..." e sorduk daha ne yapalım? 


Bu kadar lafı olayları büyütmeyelim mesajı vermek için harcadım, ısrafın günah olduğunu da hatırlayarak konuya dönüyorum. Abartmayalım yaşadıklarımızı, bir biz yaşamıyoruz bu dünyada, bir biz değiliz özel, bir bizim başımıza gelmiyo öyle şeyler...Bugün bir arkadaşım masada sana ne anlatsak "ya sonuçta kimse kimseyi öldürmemiş" ya da "ay ya sanki Babanı mı öldürdü de öyle yapiyosun? diyosun" dedi. Sonra düşündüm evet bizim (kızlarla yaşanmış 16 koca yıl) yani kız milletinin kullandığı Türkçe gramer di'li geçmiş zamandan öte gitmiyor ki! Ama saatlerce konuşabiliyoruz aslında hiç ortada bile olmasina gerek olmayan konularda, "o dedi ki", sonra "ben dedim ki", "ha amaaaa ( daha doğru anlayabilmek için budaki "a" harfinde sesi incelterek bir uzatma yapalim içimizden)  "ben öyle deyince oda böyle baktı dedi ki", "sonra ben sen varya dedim", "o da dedi bak bana bak". Bu kalıbı alın içini kendi zevkinize göre doldurun... Arada dinleyen olarak tabi başınızı öne aşsağı hareket etirip "e yok artık" "hadi canım" diye desteklediniz mi size dert anlatan arkadaşınızı, tamamdır, psikolog diyolla gençler!. A ama durun şimdi biz Elhamdülillah müslümanız ya, şey de demek gerek, şimdi " ya gıybet oluyo ama........" evet bak böyle başlamazsak çok ayıp olur, gunah olur! Bak "buda gıybet oluyo ama" dan sonra şey de demek lazım "ya ben var ya gelsin aynısını yüzüne de söylerim" hah! bunu dedikten sonra artık sonuna kadar giybet etmek için gümrük açık, trafik lambası hep yeşil, tam gaz devam (bu kısımdaki hayal sahnesi trafiğe kapalı alanda gerçekleştirilmiştir!).

Evet tam kalıp bu, uzun araştırmalar sonunda güzel türkçemizde ki "di'li geçmiş zaman eki" kadınlar tarafından nasıl hunarca harcanır konulu tezimde... "ne tezi be ondan tez mi yazılır?" diyosun, ama ayıp ediyosun, konu kadınsa ben bulaşık bezi ile onların arasındaki etkileşimden bile tez yazarım, taş gibi 16 yıllık gözlem kardeşim yabana gel atma!

Bana bakın sevgili arkadaşlarım bayanlar, gıybet haram ya, haram, yaptığımızı belirttiğimizde yükümlülük kalkmış olmuyo, cık hayır olmuyo!!...benim tabirimle "çok abartma babanı mı öldürmüş?" ya hani abartılması gereken meselenin sınırı, işte gıybet "çok abart! hem öldürmüş hem etini yemiş!"  uuyyggggg!!!

Tiksindik değil mi? bu soruyu Rab sordu ona göre!

Hayatı bala batırıp tatlı mesud yaşamak varken, dedi, dedi, derse derim, demek öyle dedi, dedi der derim, gibi sonu başı gözle görülmeyen girdaplara girmeye ne gerek var? Hem bakalım giybetini yaptığınız arkadaşınızın yahnisi güzel oluyo mu? Yine tiksindik dimi? evet elbette tiksindik!!!

Gıybetsiz bir hava sahası için el ele! hey şarkıyı sizde duyuyor musunuz? (Bütün dünya buna inansa, birlik olsa hayat bayram olsaaaaaa)

Tamam ya bu sondu daha tiksindirmiycem!




"Euphoria" kelimesi için yazılmış aşırı anlamlı bir şiir... Sebepsiz delirenlere icten bir selam...

Fakatlarına meydan dayağı atılmış bir zavallıyım şimdi
İstisnalar  arkalarına bile bakmadan aynılaştığından beri
Sığmıyorum pencere kenarlarına
Uzun şehir yolculuklarının
Roma'ya gidemiyorum
yolları tanıyarak...

İpotekli umutlarıma
Kart atıyorum hiç ziyaret etmediğim ülkelerden
Onlarda bana yazıyor bir iki satır
Sanki beni tanımıyorlar gibi
Soğuk, isteksiz..

Beyni çürümüş sokak lambalarının
Tırnak izleri var içimde
Yırtıklarından güvercinlerin göz kırpıştığı
Kanıyorum ama
Roma'da ki aptal prenses değilim artık…
Bir aşk bekleyen avunmak için…
Mutlu sonlara hapis...

Çocukluğum muhafazakar damımızdan
Fırtınalar sızabildiği gün değişti
Annem ağlamayı bilmezdi
Biz de gülebildiğini
Altı yaşındaydım, susabiliyordum anlatamadığım kadar
anlatabiliyordum annemin ağlamadığı kadar
Altı yaşındaydım, biliyordum en güzel nasıl susulur
Büyümüş gibi nasıl olunur...

Şimdi topallayan kelimelerimin
dalgın satırlarımda ne anlam bulduğunu
çözmeye çalışıyorum, burda ne demek istedim aslında
ya şurda?
Roma nerden bulaştı satırlarıma
Peki ya euphoria ?

Gereksiz acılar seçiyorum üç beş liraya
Penye acılar,markasız, bir giyimlik
Dayanacağım elbette
Annemin ağlayabildiği kadar…
Altı yaşından beri susabildiğim kadar susacağım
Sığabildiğim kadar pencere kenarlarına
Olabildiğince hiçbir kaideyi bozmayacağım
Romanlardaki aptal prenses değilim ben artık
Mutlu sonlar umrumda değil
Asksiz da avunacağım
Buram buram susacağım
Her sessizlikte seni konuşuyorum sanacaksın
çıldıracaksın!

euphoria koyacağım adımı
çıkacağım kapılarınızdan
fırtına sızmış çocukluğum
sizi hiç mi hiç ilgilendirmez!

Paramparça olmuş kelimeler, tırnak izleri
ve özgürlük
benim adım Euphoria...






Wednesday, April 24, 2013

Sevgili günlük, pek sevgisiz günler geçiriyorum, lütfen dinliyormuş gibi yapar mısın?


Seni günlük dedik bağrımıza bastık, sevgili günlük! herşeyi anlattık, ne istedin bizden?


bugün garip şeyler oldu, sana bile yazamam, çok garip...

sevimsiz bir kuş kulağıma fısıldadı, "zikretmeyen çiçeği insan eli yurdundan ayırır", sevimsiz idi ama pek doğru konuştu, sevgili günlük, zikir de kusur ediyoruz, yamalı şükürlerimiz ayağımıza dolanıyor, bana kıyamazsın bilirim Rabbim, ben anladım, ne günlükler ne de insanlar, tek sevimli sensin, derdimi sana açacağım elbette derman sende, sen bana nasılsa sahip çıkarsın!

Kendimi seni hiç unutmayana kadar hatırlamayacağım!

Beni sen uçurdun, ben rüzgarları sevdim,

affet rabbim affet!







Monday, April 22, 2013

İnşaat ve demokrasi çiçeği


Ve ben yine,
çabuk tükenen bir akşamda
yorgun tövbelerimin üzerine
imar izni olmadan kat çıkıyorum

Paslı kolonlarım var, ince
ayakta duramıyorum
çatı katında bir gökyüzü saklamak
çok pahalıya patlıyor...

Gök rengi gözlerini sakladığım bir şiir kitabı
hep merak ediyorum
ben kimin Lenore'uyum?
onüç yaşımı geceli çok oldu
aşık olunmak için çok geç artık
acılarımı hecelemek için ise henüz erken

bir roman var aklımda
tam köşesinde gözümün, başrolünde bir fukara
kelimelerimi üflediğim bir uf uf otu
geceyi demleyip
bir seher vakti, başlayacağım hecelemeye
ve dilim döndüğü kadar ağlamaya...

Gündüzleri,
küçük demokrasiler yetiştiriyorum,
uç uca bağlayıp belki de
kaçıveririm sabaha doğru
gurbet sahnelerinden
kendi toprağımda nefes alabilmek için

Uvey anayasamin devlet babadan gizli attığı dayaklardan
moraran ciğerimde güller bitti şimdi
değil mi ki
anne vurduğunda gül biter morarttigi yerlerde
vursun da kovmasın bizi
çok zor tutunabilmek
bize pek yabancı baharlarda...

Bir inşaat var aklımda
hava alanları ağlamaklı sahneler
yokuşlar ve evler de
limon ağaçları arasında

bir anne var aklımda
birgün eve döndüğümde usulca
hoşbulan....

şimdilik ben
çabuk tükenen bir akşamda
yorgun tövbelerimin üzerine
imar izni olmadan kat çıkıyorum...





Sunday, April 21, 2013

Kendim, Kadınlarımız, Yaşam ve Adamcağızlar (üzerine bir deneme,sen deneme,olmuyo işte dene "me" !)


Kendini diliyle paramparça etmiş bir zavallıyım
aynı beni tövbelerle iyileştirmem gerek

Kendimi mahvediyorum

Kendimi özledim

Kendime gönderilmemiş mektuplar
Kelimeleri kırık, cümlelerine yazık!

Hiç bilinmeyen an acı gerçekleri kendimle paylaştım!

Peki ben kendi kendimemi konuşuyorum?

Ölçekler ve ölçekler

Ne heyecanlar ölçecekler?

Ölüm var peki, onu nasıl yapalım?

Ölüm ölümdür!

Kendimden korkuyorum

Durumlar çok kötü

Kendi durumlarım, Rabden uzaklaşmalar (Nefis göz kırpıyor)

Nefis ve Şeytan (gülüşmeler)

Oturuşmalar, kalkışmalar, davranışmalar

Susuyorum, bana su getiriyorlar

Oysa ki ben sus'u'yorum

daha fazla yorum yapmayacağım

Bir Almandan elbette farklıyım, ve bir Amerikalıdan ve kendimden dahi

ve dahi

her solukta bana dert anlatan insanlar, ben meslek erbabıyım

"beni anlıyor musun?" her dilde çirkin bir cümle

Kendimle çelişmekten bitab'im

Küfür etmek ayıptır ama bir şeyin ayıp olması gereksiz olduğu anlamına gelmez, kendime azıcık azıcık küfürler biriktiriyorum... Köpek dedim bi kere, ve gerzek!

Hayır ben küfür etmem, küfür eden insanlar, eden küfür, küfür aslında, temiz hava sahasına ihtiyaç duydum, tam şimdi!

Ben gurbetin ellerine doğdum

Gurbet ana, ve pencerede kar efektleri

Elbette üşüyorum

Burda neler oluyor?

Yazmak için yazdım, yazmak yazmaktır, yazmak neydi? yazmak emekti...

Babam peki böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?

Güneşte çil çıkaran insandan korkma,

gamzesi olan kıvırcık saçlı insanlar sesime gelin!

Gelin demişken evet henüz evlenmedim ama başımın üstünde bir çatı var çok şükür

Benden çok iyi damat olurmuş, tek taş yüzüke alerjmanım var, çiçekte sevmiyorum, küçük sürprizler, hediyeler, senede bir hatırlanan günler, (evlilik yıldönümünuskupus? peki ya doğduğumuz da?amaç ne burda?, hatırlanmak güzelmiş...! bak lafa bak!?, resmen unutturmaya teşvik! neeese ya banane na'parsanız yapın!)

Kadınlar ah kadınlar, öldürmeden gömen kadınlar, anne olmasaydınız merhamet sokağınıza uğramayacakmış kadınlar, şunlara bak bir de ana olacaklar?! (Şimdi soru işaretiyle ünlemi yan yana koydum ki böyle şey olsun, böyle nedir aaabicim nedir? durumun olayın ne? cürmün ne? hisssttt indir o eli, o eli bi kere indir baak baaaaakkkk! (Ya bu erkeklerin olayı nedir kuzum? bu konu uffff çok uzun ufff bak çok uzun sonra konuşalım, çay may demle sen ne bilim bi petibordur bişiler al, probis falan sonra uzun konu ufff bak uzun çok!)

Kadınlar, kadınlarımız (En sevdiğim kısım, benim kadınlarım, pabucu ters giydiren kadınlarım, en kaçtıklarım!)

ufak ufak kuyu kazan kadınlar, arkadan arkadan fısıltıyla konuşan kadınlar, içeriden pazarlık yapan kadınlar, tebessüm tebessüm boğan kadınlar, çiçek çiçek zehirleyen kadınlar, kahkaha kahkaha ağlayan kadınlar, kalabalık kalabalık susan kadınlar, susmuş gibi yapan kadınlar (çok tehlikeli, görenlerin jandarmayla irtibata geçmeleri önemle rica olunur....), tatlı tatlı deri yüzen kadınlar, üfleye üfleye kulak yiyen kadınlar, rimel rimel akan kadınlar, çanta çanta kokan kadınlar, kelebek kelebek konan kadınlar, yolum yolum saç yoldururlar, daha filiz vermeden soldururlar! Anlıyorum güzel abim, dir dir öten kadınlar, ekledim rahat ettin mi?

şimdi bu içimde kalmasın, bir adam demiştiki, (ki ayrı mı yazılıyordu burda? hatalıysam arayın) neşe adam demiştiki yani işte "kadından şair olmaz, şiire bulaşmasınlar! sonra bunu okuyunca kulaktan dumanlanma, alarm çaldı itfaye falan, iç sesim bana dedi: yok annem amca sana demedi, o kötü pis kıza dedi sana demedi" yok ama iç sesim bir dur iki çift laf edeyim arif olan anlasın!

Bayım hey siz! Kız çocuklarını diri diri gömen insanlar vardı bir zamanlar neydi o dönemin adı? Cahiliye dönemi!
Bayım telefon size cahiliye döneminden arıyorlar, ayın cahili seçilmişsiniz de hangi vesikalığınızı kullanacaksınız onu soruyorlar!

Beni ha gömmüşsün, ha da yazma demişsin aynı şey!

Selametler, saygılar

Efendi efendi günler, yıllar, hatta bir ömür

Adam, kadın farketmez insan olun yoksa bi çakarsam burnunuz çöker! Efendi olmayanlariniz yasagi dikkate almasın, ne de olsa yasaklar cignenmek icindir!



                                           kenardan kenardan yürüyün, efendi efendi yaşayın!

Saat Alfred Prufock'a beş kala...


Toprak I

Çok konuşmayacağım Alfred
Kısaca anlatayım
Gök rengi gözlerinizde süslediğiniz hayaller var
Saçlarınızda da garip bir telaş
Adınızın Alfred olması
O aşk şarkısını bana yazmadığınız anlamına gelmez
siz her "lets go then you and I" dediğiniz de ben üstüme alınacağım
ayakkabılarımı evinizin önünde çıkartıp bekleyeceğim
Sizi reddetmem ben, kahve kaşıklarıyla ölçtüğünüz hayatta bir santim daha ederim
belki de daha az...
Yalnızlık, tercih etmeyişlerimin tümüne verdiğim vize
ülkeme giren çıkan belli değilse de
hayatım için hala nöbetteyim, gururum için
üzerinde kullanma kılavuzu yok
makinaya attım çekti, ufacık bir çocuğa bile olur şimdi
hiç benim ve hep sizin olmayan çocuklara
ayağında çıkartacağı bir ayakkabı bile olmayan çocuklara

sabaha kadar ateşlendi kalbim
başında bekledim, Alfred
Puro içen adamlar, ve magrur kadınlar
sayıkladı durdu, enteresan isimler
ve kelimeler, kelimeler
yalnızlığımın vesikası kelimeler
benim payıma düşmeyen kelimeler
yumru yumru boğazımda düğümlenen kelimeler

Kısaca anlatamayacağım Alfred, peşimdeler
Sizin kadar da sakin değilim
Ben üzüldümmü sesim
bayram görmemiş şehirlerden duyulur
Sizse bir aşk şarkısı yazıp
deniz kızlarıyla bogulabiliyorsunuz size yabancı olmayan kıyılarda

Cehennem kokan bar taburelerinde
Ezan duyulmayan sokak aralarında
bana aşk şarkısı yazıyorsunuz, elinizde dumanını içinize tütürdüğünüz bir puro
kulaklarım şehrin saçmasapanlığını duyduğundan
algıda seçiciliklerimi üst raflara kaldırdım
göğe bakıyorum işte, ne kadar seçebilirsem
sonra yine yalnızlığı seçiyorum
Sizin satır aralarınızda

iki yalnızlık bir birliktelik eder mi Alfred?
herkes sevdiğini içinde getirirse
iki yalnızlık yoksa dört kişi mi eder?
yalnız bile değiliz işte, değiliz
Elimize yuzumuze bulasiyor yalnizlik bile
içimizde yaşattıklarımızla biz koskoca bir ülkeyiz
Her insan bir ülkedir sevgili Alfred
Toprak ile girdiği savaşı hiç bir zaman kazanamayan!








Saturday, April 20, 2013

Toprak, açlık ve Emily'e

Emily I

Yüreğim ağzımda okuduğum şiirler var
Emily Dickinson gibi aralarını ayırdığım kelimeler
hep beyaz giyerim ben de,birtek ölü toprağı yok üstümde
herkes derdini gelip bana pazarlar
üstü kalsın hayal kırıklıklarımın madem
öldürmek için dokunmazki gece
doğmaya da yeniden kimsenin hakkı yoktur,
Pijama ile gidilen iş görüşmelerinde, çapaklar konuşur
Kendimi ise aldım, özgeçmişim fena değildi
Yol parası, patron azarı da cabası,
saat sekiz, duraklarda ter kokularıyla sohbet ede ede
ayakkabılarıyla bakışa bakışa koltuklarda oturanlarin
üç vakte kadar ulaşacağım bir şirket benimkisi
Bir mum ışığında yayınlamayacağım şiirler yazacagim
Tövbe etmek yasak, şarap içmekte...
Her tövbe bir iz bırakır masumhanemde
ve şarap haramdır, hem ayıp olmaz mı sarhoş olmak işyerinde?
En yakın arkadaşımın kardeşimle evlenmesinden daha piyasa acılarım var
nereye gitsem benimle gelen, en içerimde
Sen de ağlama artık Emily, ölüm gelsin de
Tabutun soğumadan yeni isimi kutlayalim
en ikindi bir vakitte!
Cocuklar açlıktan kivranirken okul bahcelerinde...
ayakkabisiz cocuklar
benim ve senin olmayan cocuklar, heryerde...






Sayıklanmak


beni yol kenarında bulsaydın
her ülkeye bulaştım
eteklerimdeki dikenleri tek tek çıkarsaydın
alnımda bir yara var,
içimde benden yaşça büyük acılar
ellerinle onarsaydın

parmak uçları zamanın

telaşlar, aldanışlar
çantamda kullanılmamış bir rimel
ortasından ikiye ayrılmış bir banknot var
ojeli parmak uçlarının
pek duygusal izler bıraktığı bir vesikalık...

kapitalism yetiştiriyorum bahçelerimde,

her yeni alışveriş torbasında
yeni bir hayat satın alıyorum
içim onsekizlik bir kokona
yoksa bende sevmiyorum
olamayacağım insanlara bürünmeyi
onlar gibi görünmeyi...
buruşuk dudaklarımda pembe bir rujla!

bana yakışmıyor konuşmak

sanki kelimeler eğreti duruyor
omuzumda bir ağrı nefes aldırmıyor
derin nefes aldırmıyor,
derin de düşündürmüyor

seni yazdığım not defterimi

bir boşlukta unuttum
bir takvim yaprağı vardı içinde
doğmamış çocuklarıma isimler bulduğum
benim olmayan çocuklara...
bir lokma da umut
la tahzen innallahe meana!

hep başka dilde sövmek istedim

kendi dilim çok ayıptı
kendi dilim bizim kızdı
düğününde türkü söylediğim
başka diller yabancı damat...
rezil mi edeydim onu ellerin yanında?

çok hasta içim

beni yol kenarında terkedilmiş
bulsaydın ben kralıyım mazlumlar krallığının
seni ömür boyu ağırlardım
beni ellerinle onarsaydın
eteklerimden dikenleri tek tek çıkarsaydın!

içimde bir madalyon var

merhamet beni nerde rastlasa tanır!

Friday, April 19, 2013

Sen

Ben burda daha mutluyum, ne kadar karanliksa bir o kadar emniyetli geliyor, senden istemek daha emniyetli, seni istemek daha da emniyetli, kendime ragmen seni istemek fakat, korkutucu....

Beni al bol carp cumle icinde kullan, sevdiklerinle karsilastir, goster, burundur, iyilestir!

Bana soylet, sen soylet, sen bildir, oldur, guldur, bana de "bu bir emirdir," ama yalniz sen de!

Alnimi yeryuzunun her yerine degdir, ama gozlerimi gokyuzunun her yerine degil, bilirim sen icimdesin!



Bu metin yuksek bir "Sen" icerir...


Wednesday, April 17, 2013

Susarsan beni duyabilirsin...


Biz, beyim, güzel ölemeyiz, yıkasanda gitmez bizim derimizden ter kokusu
Biz konuşunca beyim, havada asılı kalır anlamlarımız
Bizim beyim, bilmediklerimizi, insanlık sanarsiniz
sizi koysak bizim yerimize üç gün dayanamazsınız!

Biz beyim, atlarla aynı dili konuşur, ayı kokuyu, aynı asi paylaşırız
bizim rüyamız size kabustur beyim
bizim hayalimiz sizin gündeliğiniz...

Devam ederimde beyim, ya acır ya da horgörürsünüz
ben bir sayıyım beyim, bir rakam, bir önlem
ben dağın başında ulur, ayın üstünde uyurum
ben kaniat okurum beyim,
aynı acıyı hecelemediğimizden
beni altında gizlersiniz
bakışlarınızın

bu bir rüya ise beyim
bizi kim uyandırsın?
beni ararsanız beyim
ben hep bakışlarınızın köşesindeki tarlada
ter ekiyor olacağım
güneş ensemde...


Tuesday, April 16, 2013

baslik atamadigim duvarlarla gelecegim
belki icimi gorebilir kuheylanlar
yasaktan konusacagiz
yasaklardan...

ben gozlerini goremiyorum diye
kelimelerimi de mi dokmeyeyim
senin kelimelerin de bende
anlamlari rabbe emanet
ve ben yine korkuyorum
icine bakmaya
izdiham rengi gozlerinin


Monday, April 15, 2013

Herşeyin ipince bir hesabın içinde olması olayına şaşırma ders alma manzumesidir, yeni pisti, üfleyerek okuyun...!


Çok birşey söylemeye gerek yok aslında, herşey ince ipince bir hesap içinde, biz o hesapların içinde, bir kaşık su miktarı iradeyle, gölgelerin gücünden aldığımız Himen desteğiyle "ben" diye başladığımız bir cümlenin içinde ecel okunun aniden hikayenin yarısında bizi yakalamasıyla daha cümlemizi tamamlamadan varya hik diye gidebiliriz, hatta bu cümle bu üç günlük dünyaya çok bile uzun, belki benim sonunu getirmeye ömrüm yetmez belki senin okumaya? hadi benle aynı fikirde olmasana, elimiz mahkum aynı fikirdeyiz, dünya üç günlük, hayaller üç kuruşluk, bu hengamede üç arpa boyu yol katedemedik...

Bugün günlerden nisan denilen kavurucu bunaltıcı ve garipsenici sıcakların 15. şu damlasını da kuruttuğu mantık hatalı bi gün... Ben 72 aldığım sınavıma ağlarken, ya nasıl ama nasıl derken, öğrendim ki aslında sınavdan 66 almışım...Ya Zeyno, işte öyle kuzum, sen misin bir kere ağzı şerifeni kıpırdatıp şükrolsun demeyen? Hani fakir esseğini kaybedip, bulunca şükredermiş ya, işte o hesap, şimdi o 72 ye acaydım kollarımı gitme diyeydim ben... Ama hatamı anladım Allahım, senin sonu başından daha hayırlıdır dediğini de biliyor, bekliyorum, sen en güzelini yine verirsin nasılsa, ne zaman yalnız bıraktın ki bizi? Nankörlüğün hiç alemi yok, 18 bin alemde oturacak bir taburesi yok...Nankörlük mü? tez kellesi vurulsun bu krallıkta hele hiç işi yok!

Çek bi sandalye hancı! Daha neler neler anlaticam sana!....

İki de ayran kap oğlum, donatın masayı!....Ince mes'elelerden bahsedecegiz!...

Sunday, April 14, 2013

Gorgo, Sen Yoksun? mu, Yoksa, Varsın?mı...


Ben kelime yetiştiriyorum beynimin içindeki gizli mahzende yıllardır bilmediğin şey mi?
Herkesten sakındığım yerde, uzun çok, upuzun bir zamandır...

Biliyorsun sana gönderiyorum,
Bir lamba gibi değil, dilediğin herşey elbette gerçek olmayacak...
Ama benim kelimelerim, göz değmemiş kelimeler
Hepsi yalnızca senin..

Belki sen umursamayacaksın, yok yok hayir! düşüncesi bile intihar...
Elbette bileceksin, değer vereceksin, çok umursayarak?
Okuyacaksın, besleyeceksin kelimeleri, daha da büyüyecekler, salınacaklar...

Biz Gorgo, dünyanın gerisini kağıttan yaptığımız gemiyle çok uzağa göndereceğiz..
Onların sevgilerini, mevgilerini, üzüntülerini, bekleyişlerini, iyilerini, kötülerini
tıkıştırıp o gemiye, bir seher vakti çok uzağa...Bakışların fırtına, esip, gürleyip, onları en uzağa, bizden en uzağa!

Kimse kalmasın, kimse kalmayacak, kimse yormasın artık beni, yormayacak...

Sen bu duaya inşallah ek, aminler yetişsin, beklemekte ne var?

Saturday, April 13, 2013

İçimde bir mezarlık var...


Bakışların bana çok uzak Gorgo!
uzakdoğu bakışların, upuzak bir doğu
hışırtılar geliyor, ellerimi bile göremiyorum
parmaklarım askısında kalıyor
başka kadın parfümü kokan ceketlerinin

Yazı yazmak uzak bana
gözlerinin uzak olduğu kadar onları okumaya Gorgo!
anadoludan çığlık kopuyor, uzakdoğuluyum ben
ipotekli acılarım var
türkü ısmarlıyorum karşı kıyıdaki insanlara

İçimde ayakkabılarını ters giyen bir adam var
kibrit kutusundan ev yapan çocuklar
içimde dul bir kadın var
kocası sırtından bıçaklanan
İçimde bir adam var, gitmeye çalışan
daha ayakkabı giymekten aciz
her döndügü yönü kible sanan!

İçim bir sokak bazan, içim bir şehir
Kaldırımlarında cam kırıkları,
içimde uzakdoğu var, gülüşlerim çekik gözlü
sizlere pek yabancı...

İçimde bir pazar var
üç kuruşa eskilerimi tarttığım
ölünün kendisinden korkmam
elbiselerinden korktugum kadar
mutluluklarım pek para etmiyor
acılarımsa antika, satılmıyor...
İçimde ucuzluk var...

bir nisan güneşi var
isitirim sandığım
mısır tarlaları, asfalt yollar
bir at arabası var
basıp birgün girderim belki diye
sakladığım..

İçimde bir mezarlık var
toprağı uzakdoğu'dan...






İşte ben bu diyardayım, bu tarafta, herkes bi tarafta ben bi taraftayım, garibim, mazlumum, ama şükür ki kendi krallığım var, rahatim pek yerinde, düşkün ve yoksullara sınırsız konaklama!


herşeyin çok ama çok bunaltıcı olması seremonisi

dayak atmak dayak yemekten daha çok acıtır aslında, çünkü bir başkasına acı çektirmekte aynı acının sana yaşatılmasını düşündüğündeki üzüntü de vardır...

Ne acıdır bazen, ne yürek yıkıcıdır

İnsanları kırar ve ağlarım

İnsanlar beni kırar kalbim çok deli atar

Ben sinirlenince gözlerim renk değiştirmez

Ben herkesin bi tanıdığına çok benzerim

Beni anlayanlarla anlamayanlar dost olabilir

Ben bazen pek etkisiz bir elemanım

Bu kadar ben diyince bi garip oluyorum

Biz deyince de "kollarımı acaydım" gibi mana ediyor

"Bütün dünya buna inansa birlik olsa, hayat bayram olsa" şarkısını beş yaşındayken bile gülmekten katila katila dinlerdim. Halamında ayakları 42 numara olsa amcam olsa uzansak sonsuza misal...

Bazı insanlar komik değildir, komik olmayı bu kadar cazip yapan ne ki, içimde ciddi insanlara hazırladığım bir misafir odası var, yeni bir eve çıkana kadar süresiz kalabilecekleri

Çok fevri bir insanım, çok çabuk karar veriyorum, çok çabuk tepki gösteriyorum, üzülmekten de çok yoruluyorum. Kendimi bazen evde unutmak istediğim çok oluyor...

Hiçbirşeyi abartmama gibi öpülesi, başta gezdirilesi bir huyum da var...

İnsanlar bana "net ol" dediklerinde onlarla "bak bakalım ben şu kuyunun dibindemiyimcilik" oynamak istiyorum..bu oyunun patenti bana aittir. kuyuya inenin geri dönemediği çok zevkli bir oyun!...

Bir Emily Dickinson olamamak hüzünlendiriyor bazan...Sessizliğin yudum yudum ölüm denizine taşıması beni...

Bazı insanlar buluyorum, çok bana benziyor, ama dilim dönmüyor arkadaş mi olabilsek sence biz mi acaba mı ki nasıl olursa misal şen diyelim benle oldun desek mi arkadaş dedim ben mi bunu peki .......kdjf,kxcjvbbn, işte yalnızlık bu cümlenin satır aralarında mı gizli, anlam etmiyorum ama anlam edenlerin de cellatı oluveriyorum....

Hergüne "artık bundan sonra hiç....." diye başlıyorum (Boşluğu kendi yeminciklerinize göre doldurabilirsiniz, aa bi dakka burda hazır doldurulmuşu var! "bundan sonra hiç bir şeyi kafama takmayacağım, hep ders çalışacağım"

Her insanda "ya geçen Zeynep dedi ki" etkisi bırakıyorum...Bu hoşuma gidiyor, sonra kendimden tiksiniyorum... Sanki emanet mali pazarda satışa çıkarmak gibi, tobe tobe...

Otuz yaşıma gelince sevinçten çıldırmayacağımı biliyorum...Otuz yaşı çok büyük bi yaş bence, otuz yaşındakileri aileleri bakım evine bıraksın o ne öyle ya iki elin parmağıyla üç defa ooon yiiirrrmiii öttüüüzz, çık çok büyük ya puffttt!

Pegamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin en çok beni dumura uğratan hadisi şerifesidir, ayaklarını opebileydim keşke, belki bastığı yere ALNIMI sürerdim belki... Kimbilir belki ne sözleri ne hareketleri var azıcık düşünsem beni yaşamaktan soğutacak..."Asrı saadetten önce altın olanlar, asrı saadetten sonra da altındılar" mealinde bir hadis...

En çok anlatmayı sevdiğim hikaye şudur, ibretli hikaye buyrun bir dahi aşk ile pozisyonunda dinleyelim lütfen Bir gün mukabele okunduğunda ben dinlemiyor kendime kurandan tefe'ül çekiyordum. "Yarabbi" dedim, "yarabbi, bana öyle bir ayet buldur ki bu mealden hayatıma geçireyim onu" dedim, duaların kabul olduğu saate denk gelmiş olacak ki bu fakiri eli boş göndermedi Gani Rab. Elimle açtığım ayette parmaklarımın ilk değdiği satırda şu ayet vardı, DIKKAT -tüylerin ürpermesi için son on saniye geliyor- "Okunan Kur'anı dinleyin ki katımızdan size rahmet insin" Kendi kendime yerimde zıpladığımı hatırlıyorum, mukabele okuyan teyze de  "N'luyor bu çocuğa yahu?demişti" Allah benle konuştu nasıl deseydim?
O gün sanki "cub" diye kuyuya düştüm, Tur dağında "ayakkabılarımı çıkardım" ve "hilal gibi ikiye" bölündüm. Allah'ın azarı bile çok pek bi muhteşem ya, çok pek otuzbinkatrilyonyüzbinotuzdokuzyüzmilyonlar kere!

İşte ben bu diyardayım, bu tarafta, herkes bi tarafta ben bi taraftayım, garibim, mazlumum, ama şükür ki kendi krallığım var, düşkün ve yoksullara sınırsız konaklama!










Friday, April 12, 2013

İçimde nasipsiz kurtlar uluyor, ta içerimde...

İçimde alenen suçlar işleniyor
içimde filizleniyor gurbetler
çocuklar büyümüş,evden kaçmaya çalışıyor
içimde elleri kana bulamış bedeviler

İçimin sokaklarına polis arabaları parkediyor,
sirenleri mahallenin en dedikoducu kadınının çalar saati oluveriyor,
bir yaygara ki sormayın!
İçimde kopuyor..ta içerimde...

Islak camları open çocuklar yağmurun kokusunu mu alır?
Hangimiz yazmadık ki buhuşuna dualar, aminler ...
Kimsesiz ölüler içimde gömülüyor,
Bir izdihamki sormayın
Kimsenin nefesi kimseninkine karışmıyor

İçimin sokakları
Genç kızlara çığlık attıran farelerle dolu
Ben iğrenmiyorum içimden,
bi koku ki sormayın
telaşından yayılıyor akbabaların...

Merhamet bir köşe başı içimde
veresiye gülüşmeler,
ayakkabısız çocuklar
bana anne demeyen, çocuklar
benim olmayan çocuklar...

İçim bir çıkmaz sokak zaman içinde
uyku gece lambası
sabahları okunan cin ezanı
camilerimde...

Minareyi Allah sanan bir kız var içimde
küçük gözleri en tepesine bakakalmış
Yokuşun tepesindeki o camide
sanmış cennet ve cehennem
içimde insanların uğramadığı
bir mahalle camisi
İmamı kuş tüyü yastıktan
namazı uykuya kıldıran...

İçimde bir çay ocağı
Mermer masalar, soğuk muhabbetler
Sorguya çekiliyor alayı
İçimde tarihi geçen saadetler...

İçimde bir hapishane
Gardiyanı bir acaip, demirden kirpikleri, camdan dudakları..
Cüzzamlı düşünceler içimde
Kelime avliyorlar boş vakitlerde
Görüş satteleri olmayan söyleyişler
Boncuktan tesbih yapıyor
Dili Allah dememiş nasipsizler...

İçimde upuzun cümleler
Yokuşlar ve katiller
Evler var içimde, ikindi vakitleri
Dikiş tutmamış tövbeler...

Alenen suçlar işleniyor
Saat vakti okumuyor içimde
Suçlu bir ben
Gerisi hep masum içimde...











Nisan gittikçe çirkinleşiyor...


Nisan gittikçe çirkinleşiyor, Gorgo
çıplak kadınların bakışları
yırtıyor elbisemi
paramparça ediyorlar,
ama kimse anlamıyor ki
elbisem parçalanınca benden geriye birşey kalmıyor...

Nisan gittikçe çirkinleşiyor,
Güneşi içime aldım, Gorgo
uyku gözlerime kapaklanıyor...
istifini bozmuyor acılarım hala,
ben odaya girdiğimde ayağa kalkmıyorlar...
oysaki ben yaşça büyüğüm onlardan,
saçımı da süpürge etmişliğim var
bir saygıyı çok görüyorlar...

Susunca duyuyorum,
kokluyorum bozuk bir peynir kokusu
başkasının acısını duyuyorum
sanki biri testereyle
peynir tenekesi kesiyor
sabaha kadar
dilim dönmüyor ki
bu kadar, anlatamıyorum...


Nisan burda çirkindir, Gorgo
Çıplak kadınlar yüzünü okşamazlar, bakışlarıyla
Rutubetlidir nefesler..
solukdur çiçekler...

Nisan ancak
Senin olduğun yerde bahardir
Bana merhamet merhamet açtığın yerde
Limon ağaçlarının
Çayın sohbete kavuştuğu yerde..

Bahar sende, Gorgo
Bayram senle..



Wednesday, April 10, 2013

Bir ölüyle tanışmak...


Tanıdığım gün ölmüşsün,
meğer, yazık, ben bir ölüyle tanıştırılmışım
Seninle yazışırdık belki
sözcükleri kovalar, ilham dilenirdik
geçmişimizden...
müsveddesinde yitttiğimiz şiir parçalarının
ahlarını almadan...
kim demişti hatırlamıyorum
elli sene koşmuş biri
acı bir dizenin ardından
daha da fazla
belkide..

sarımsak kokan bir tanışmanın
ortasından ikiye böldüğümüz
sahnelerini paylaşırdık
alışırdık birbirimize
belkide...

onaltı yıldır
aynı koğuşu paylaştığım
kızları anlatırdım sana
taklit eder gülerdik
birazcık
utanırdık sonra
belkide...

Bizden geçmiş meğer tanışmak
güneşin üzerime yapıştığı
nisan denilen insafsız bir akşamda
okudum, seni
kelimelerin bana yabancı değil
ama gülüşlerimiz farklıdır
belkide...

Sen şimdi, tam şimdi, sen
sorgusundayken eğip büktüğün kelimelerin
ben bir cümleye daha ne kadar sığar, telaşlanıyorum
benden olmaz değil mi,
iyi ki tanışmamışız,
ben yaşlanıyorum
belkide...


Tuesday, April 9, 2013

Yüreğim Küçücük, Ellerim Kocaman, Yazarım O zaman...

Ellerim çok büyük benim, ellerim kocaman
Silemem içimdeki izlerini, dokunamam
Yüreğim küçücük benim yüreğim minnacık,
taşıyamam yüklediklerini taşıyamam

Sessiz kadınlar etrafında dolanıyorlar meselenin
Elleri küçücük onların, elleri minnacık
Parmak izlerini ruhumda bırakıyorlar
Yürekleri kocaman onların, kocaman

Adamlar tanıdım ben sessiz ve kararlı
O kocaman yürekli kızlarla gittiler
Bazen birkaçı sığdı aynı anda yüreklerine kızların
Küçücük elleriyle onlara gökyüzü verdiler

Benim yüreğim minnacık
Ellerim kocaman
Kimse sığmadı yüreğime...

Yüreğim küçücük benim
Bir aşk sığdıramam!
Ama ellerim kocaman
Ben de aşkı
Yazarım o zaman...


bir cift akil...

kelimeler insani kiriyor, baska baska anlam ediyorlar, incitiyorlar iste ne yapsan ne etsen de kacamadigin oluyor, yanlis anlamayaydim, yapmayaydim oyle demeyeydim diyor hayatina devam ediyorsun, ne de olsa bu hayata yaratilanin ne anlam ettigini ogrenmeye gelmedik, yaratanda insani incimiyor zaten....

Monday, April 8, 2013

Sen hic Rab'le sohbet ettin mi?

sagnak sagnak bogmak istiyorum boslugu
geberesice dusunceler, kursagima diziliyor...
Kaldirip atmak istiyorum, sonra
yeniden yazmak istiyorum
belli...

Tamamlanmamis hicbirsey kalmasin diye
askin ellerinden tutup parka goturdum
gezdik onla, konustuk
cocuklar gibi sendi
ne cok biliyordu oysa...

Sen hic Rable sohbet ettin mi?
Birsey umarak degil,
Benden ne istiyorsun? gibi
Etmedin,
Belli...

Merhameti kaybettigin gune geri gommek gerek seni
kaybedislerimin bedeli bu
kustahlik
geri donemiyorum
yerinde bulamiyorum
eremiyorum
bir turlu
belli...

Agri adini koyunca, fakat
aci adini koyamayinca korkutuyor
Rable hic sohbet etmismiydin sen
sira gelince istediklerinden
bir sor
ben hic etmismiyim kustahlik
susuyor mu?
Belli

Uc uca ekledigim yildirimlarla
Kapina kadar ilisiyorum da
zift karasi kustahligin ellerime bulasiyor
niye mi burdayim?
Kizamiyorum
Belli...

Saturday, April 6, 2013

Tinilarinda mevsimi vardir, insanlarinda, ama merhamet dort mevsim olsun, yagsin, gurlesin, caksin, ayagimiza dolansin, saclarimizi oksasin...

Ben mevsim olsaydim kis olurdum, bahar gereksiz geliyor, hersey aciga cikiyor, kuslar falan civildiyor, kis cekip giderken, valizine benim cevaplanmamis sorularimi da tepiyor sanki, baharda boyle bir basi bos kaliyorum...Aslinda bahar umutla korkunun ortasinda olmak demek, ne sicak ne soguk, ne siyah ne beyaz..Ama dedim ya benden olsa olsa kis olur, yagip, gurluyorum, esip dagitiyorum, bembeyaz ve soguk, kapatiyorum...

Merhamet herseye tercih edilesidir oysa, herseyin otesindedir...

Madem baharsa bu da dinlenir, merhametin ruzgarlara karisacaksa bahar da sevilir, senin icin, O'ndan oturu...

Thursday, April 4, 2013

Benim icin ne getirdin bugun baba? vakit alsaydin ya bana, yaslaniyorum...



Bana vakit al baba, daraliyor, tukeniyor, ben yaslaniyorum...Bana vakit al baba, carcabuk gidiversem uzulmez misin?
Ben daha eflatunun ruyasini bile gormedim baba, kendi yamaclarimin zirvesine varmadim, daha goge selam bile cakmadim, ruzgarlarla dertlesmedim daha baba, vakit al bana...!

Cok cabuk gecti baba, daha dilini bile anlamadim insanligin, sahi baba nece konusuyorlar? Vakit al bana, bir demet vakit daha...


Romantizm aski oldurmek icin kapitalizmin kiraladigi bir seri katil midir? Nezaket nedir peki? Ah o Nezaket!

Bu meseleye bi egilmek gerek, Iyi ne demek? Iyi insan kime denir? Mevlananin oduguna inandigim, inandirildigim alakali bir  hikaye yok mu? Bakalim, evet, varmis... Hani ogrencileriyle yururken bir kac kopek yavrusunun birbirleriyle oynadiklarini goruyorlar da ogrencileri Mevlana ks donup: efendim baksaniza ne de guzel anlasiyorlar, diyorlar . Mevlana ks de bakiyor ve: "aralarina bir parca et atmayi deneyin." diyor. Simdi mealen boyleydi bu hikaye lutfen ana konudan uzaklasip hayir mevlana aslinda :"aralarina bir parca kemik atmayi deneyin" diyor olucakti diye bolmeyin konuyu...Bu tip insanlardan herkesin etrafinda bir tane varsa benim etrafim bayram sekeri dagitiyormusumcasina doludur efendiler... Evet etrafimda boyle sirf "ben de biliyorum ki bunu" demek adina anlattigin hikayeyi ana fikrinden kopartip, burusturup firlatip,  baska yere ceken, ve duzeltme yapiyorum adina, kendini vitrinlemeye calisan...neyse...Eger oyle bir insansaniz ve bu yaziyi okuyorsaniz bir bakin bakalim ben dunyanin obur ucunda miyim?
Cocukken daha guzeldi, en azindan birseyi kiliflara sokmadan pat diye soyluyorduk birbirimize, "bunu bende biliyorum, ne hava tasliyosun ki" diyebiliyorduk, ayni dusunceyi "nezaket" dedigimiz o ici desilesi maskeye burundurmeden... (Simdi "nezaket" ne alaka bu niye sinirlendiki diyosun dimi? Sinirlenirim efendim, romantizim nasil aski oldurmek icin capitalizm tarafindan kiralanmis bir seri katilse, nezakette aynen oyle, yalan soylemek, kalp kirmak, ve insanlari dovmekten beter etmek adina uydurulmus gicikimsi tiksincimsi bir olaydir, ben boksor olaydim da bu nezaket dedikleri benim kum torbam olaydi, nasil daha iyi ozetledi nefretimi dimi?) cok uzun parantez oldu, mola!
Ya ben nereye geldim boyle, biz az once iyi nedir diye konusuyoduk, burasi neresi? Neyse simdi madem cok astim konuyu, ben baska bir zaman konusayim iyiyi, iste kaderi de buymus iyinin zaman asimina ugramak...Aslinda "iyi" tipki benim yaptigim gibi etrafindan dolanilan, gercekten anlasilmaya calisilmayan, uzerine yillarca konusulmus, bir meyve, kuruyunca daha lezzetli oluyor, ama olgunlasmadan tuketiyoruz...

Nezaket hakkinda da daha soyleyeceklerim bitmedi, ona ne kizginim ben bi bilseniz!


Wednesday, April 3, 2013

Sen benim ne dusundugumu nerden bileceksin ki Arif?

ve el ayak cekilir, hersey sessizlige burunur, gunluk omru olanlar geceyle veda ederler bizim koca omru sigdiramadigimiz bir gune...
Ve kimbilir arzda neler konusulur, ne hayirlar yapilir, ve kimler memnun eder encok Rabbi...
Ve yine kimbilir cok bilinmeyenli dertlerimize kimler derman olur...
Ve yine kimbilir, cikglik atip duyuramadiklarini,
Kim bilir cirpinislarini uyku acisiz bir zehir gibi tatli tatli gozlerinle oynasirken...

Kime ne anlatacaksinki, duvarlar var, evler, onyargilar, cerceveler, pasalar, zenginler, arkadaslar, sevmeye calissanda sevemedigin insanlar...Sana ragmen var ettigini sevmemek cok zor Allahim, ayip cok biliyorum, denerim yine olur mu?

Bende sana dokerim icimi o zaman Gorgo!, Mazlumlarin Krali, herkesin icinde ki o gizli yerin krali, gozleriyle mazlumlugumuzu yuzumuze carpan Gorgo!

Beni bir sen anlarsin, ben istesem de incitemem ki...

Poz ver cekiyorum...


Bu fotografi cekerken cok dusunmustum, acaba bilse onu cektigimi cok kizar miydi diye?

Habersiziz iste, bide herseden haberimiz varmis herseyi anliyormusuz gibi davranmamiz yok mu? var mi? taze bitti hanimabla! kalmadi...

Neyse ne, hayat garip, hayat anlamsiz, hayat bayat, bayat  be hayat, kokuyor boyle uuuu, pis kokuyor...
-Tadi nasil?
-Tadina baktigim soylenemez...

Yasayan hicbirseye kiymet vermeyiz, hicbirseyi anlamayiz, can pazari ya bu, herkes kendi ayranini anlatir, hic eksi degil miste, zaten onlarin yogurdundan yapilan ayran eksimezmiste... peh...

Gideyim ben, hayat kokuyor  hayat, bayat kokuyor...

Tuesday, April 2, 2013

Su Asiri Dogru Tahminlerinin Bir Odulu Olmali mi Gorgo ? Elbette Olmali...!

Cok dogru tahmin ettin Gorgo, ben insanlar bana surat yapinca cok yoruluyorum, cok dogru tahmin ettin... Kadinlar beni cok yoruyor, icimde bir yer var herkesin masumiyetine inanan, davet edince oraya kadinlari, sakiz gibi cigneyip geri  tukuruyorlar...
Benim sucum ne ki Gorgo? sen soyle, gulumsemek, "aman tatsizlik olmasin" ipinde cambazlik yapmak mi? Insanlar cizilmesin, insanlar kirilmasin diye ben tuz buz oluyorum Gorgo, az daha gec kalirsan benden geriye sadece bir lokma gozyasi kalacak, tarihi gecmis hayallerimi filizlendirdigim....

Insanlar iyidir, masumdur, bir bildikleri vardir...Insanlarin musveddeleride varmis galiba, bende de onlarin miknatislari var...

Pardon bakar misiniz? bu insanlik size mi ait? Dikkat edin efendim dusurmeyin, cok lazim oluyor...Mazlumlar krallaiginda sizleri yeniden agirlamak isteriz, iyi yasamlar...

Hadi bunu dinleyin, tipis tipis uyuyun! misil misil yuruyun!, dunya sizin etrafinizda falan da donmuyor, kendinizi cok ama cok onemsemeyin...





They say that things just cannot grow
Beneath the winter snow
Or so I have been told...

They say we're buried far
Just like a distant star
I simply cannot hold...

artik hicbirseye kafami takmayacagim (yalan yalan) en azindan birsey yapmadan once cok dusunmeye calisacagim!

Calisicam demiyorum, calisacagim diyorum bu bile bir yenilik olacaginin habercisidir....en iyisi bunu dinleyip olumu hatirlamak, olunce hersey biter, ocaklarimiz soner, herseyi geride birakiriz, "onlarsiz asla yapamam" dedigim aliskanliklarimizdan tutunda, ta "mutlaka kacmam gerek" dedigimiz sahsi bunalimlarimiza kadar...Olum oludur, hicbirseyin sonu degildir..Tadina doya doya varilacak tek seydir, olumun tadi damagimizda kalmaz, olumden sonraki hicbir seyin tadi damagimizda kalmaz, hayriyla ve serriyle...