Sunday, July 21, 2013

özürlü acılara anne olmaklar...


Tam da şimdi, yokuşlardan bahsedeceğim. Ağlamanın acılarımın mahremiyetini piyasaya
çıkardığı zamanlarda, sokak lambalarıyla ne diye dertleştiğimden biraz da. İlk öğrendiğimde
özürlü bir acıya gebe olduğumu aklımdan bir an olsun geçirmedim: onu yok etmeyi! Bir
Temmuz sabahıydı, güneş henüz doğsa kimini utandıracak; doğmasa geceye bir saat fazla kira
öderim kıskacında boğuşuyordu belki biraz da yağmur. Evimizin çatısından bir yıldırım doldu
içerlerimize, belki daha çocuktum ama biliyordum susacağım, biliyordum ne pahasına olursa
olsun saklayacağım acılarımın özrünü. Tanıdık bilindik, eli ayağı düzgün acılarınız yoksa
eğer, özürlü bir acıya anne olmak size biçildiyse, alışacaksınız, korumak için haklı gururunu
acınızın göstermeye dişlerinizi gözyaşlarınızdan önce.

Balkonlarda ağlarım genelde, insanlar ruhlarını süreli teslim ettiklerinde süreli korkulara ya
da huzura, artık bilinçaltları nasıl bir senaryo yazmışsa. Balkonlar ağlamanın halinden anlar,
onlar ne kadar evlerin mahremiyetini dışa vuruyorlarsa, gözyaşı da bir o kadar içimizde
yeşerttiğimiz acılarımızın mahremiyetini dışa vurur. Gülümsemek perde kapatsa da acılarımın
özrünü ben ağlamayı çok kutsal buluyorum yine de, İsa kadar ağlamayı: sessiz ve kararlı.
Kutsal buluyorum gecenin bir yarısı Rab ile yokuş başında buluşmayı, özürlü acılarımı asla
bahane etmeden başka şeylerden konuşmayı. Kutsal buluyorum bana soru sorduğunda Rab,
Musa gibi lafı uzatmayı. Sokak lambaları şahit olsalar da bu kutsal buluşmalara her gece,
tanıdıkça anladım ki asla gündüze çıkarmıyorlar sırlarınızı; gece biriktirdiklerini gündüz
yüzüne vurmuyorlar insanın. Yokuş başındaki bir sokak lambasıyla ikindi bir vakitte nasıl
gözlerimizi birbirimizden kaçırdığımızdan bahsedebilsem biraz da, benim özürlü acılarımı
nasıl gözbebeklerinde sakladıklarından da. İşte o zaman beni anlardın, bir sokak lambası nasıl
kıymetli ve neden zararsız.

Eğer anlatabilseydim daha iyi tanırdın insanları, nasıl masummuş gibi yaptıklarını
sınanmadıkları bir günah üzerinden. Anlatabilseydim anlardın neden her gece yokuş başında
bir sokak lambasının altında Rab ile konuşmaya çalıştığımı. Arabaların el frenlerinden zekât
toplayan bu yokuşu neden bu denli önemsediğimi. Bilsem ki acımayacaksın özrüne
acılarımın, tek tek hecelerdim bende başlattıkları kıyametleri. Anlatamam çünkü acıyı
yaşamak, özrüne rağmen çok daha zararsız öğrendiklerinde insanların iyimser(!)
süzmelerinden, ne olduğunu merak edip birbirlerine açıklamalarından, hiç tatmadıkları
acılarımı tahminlerine boğmalarından… Sevmek ayıptı acısı özürlü olan annelere. Ayıpsa
ayıp! Ben sevdim sokak lambalarını ve yokuşları…
Ortasından başlanmış bir hikâyenin tarihi geçmiş çığlıkları idi tüm bunlar...

No comments:

Post a Comment